top of page

Kendimden Bir Parçayı Kaybetmek - Ve Geriye Kalanları Keşfetmek

Güncelleme tarihi: 23 Haz

'Çalışan Benlikler' Serisi- Bölüm 1

Yaptığınız iş değil olduğunuz kişisiniz." – Toni Morrison
ree

Pek çoğumuzun sessizce yüzleştiği — genellikle kendi içimizde, adı tam konulamayan — bir fark ediş vardır: Bir zamanlar bize anlam veren bir rol artık bize uymadığında ya da sona erdiğinde gelen o an.


On yılı aşkın süredir yürüttüğüm insani yardım çalışmalarında, bu dönüşümü ilk kez üç yıl önce hissetmeye başladım. Dışarıdan bakıldığında her şey aynı görünüyordu. Ama içimde bir şeyler değişmekteydi. Artık sadece bir “insani yardım çalışanı” olmak istemediğimi fark ettim.


İçimde uzun zamandır geri planda bekleyen başka yönlerim de vardı — yaratıcı, neşeli, bedensel yönlerim. Sanatı, hareketi ve oyunu hayatıma sadece birer ilgi alanı olarak değil, dünyaya nasıl varlık gösterdiğimin temel parçaları olarak dahil etmek istiyordum. İçimdeki sanatçıyı yeniden keşfetmek istiyordum — üreten, ifade eden, hatta sahneye çıkan beni. Bu yönüm çocukluğumdan beri canlıydı ama profesyonel hayatıma tam anlamıyla dahil olamamıştı.


Aynı zamanda sadece kriz anındaki insanlarla değil, hayatı biçimlendiren o yavaş ve sessiz geçişlerden geçen 'sıradan' insanlarla da çalışmak istiyordum. Daha geniş, daha bütünlüklü bir alanda, kimliğimin tamamıyla uyumlu bir çalışma biçimini özlüyordum.


Ama bu fark ediş beraberinde bir yönsüzlük de getirdi. Eğer artık "insani yardım çalışanı" değilsem, kimdim ben?


Ve biliyorum ki bu yalnızca benim yaşadığım bir şey değil. Bu soru, amaç odaklı birçok meslekte karşımıza çıkıyor — öğretmenler, şifacılar, aktivistler, kurucular, bakım verenler, sanatçılar…İşi sadece bir işten ibaret olmayan herkes için. Bu roller değiştiğinde ya da sona erdiğinde, kayıp sadece mesleki değil, kişisel de hissedilebiliyor.


Günün sonunda, insani yardım çalışması — tıpkı birçok bakım ve kriz müdahale biçimi gibi — ruhu derinden sarsabilir.Niyetli bir dinlenme ve içe bakış için alan açılmadığında, insan kolayca tükenmişliğe ya da hissizliğe sürüklenebilir. Ve bugün, sektörde birçok kişi bu geçişleri kendi seçimiyle değil, zorunlu olarak yaşıyor — küresel fon kesintileri ve büyük çaplı yeniden yapılanmalar yardım dünyasını dönüştürürken.


Benim son üç yıldır içinden geçtiğim bu süreç — yavaş ve zaman zaman acı veren bir kimlik yeniden örülüşü — şu anda benzer bir yoldan geçen pek çok kişiye tanıdık gelebilir.


Bu yazı kişisel bir deneyimden yola çıksa da, sadece insani yardım alanındakiler için değil. Çalışma hayatında bir değişim yaşayan herkes için. Ünvanlar ortadan kalktığında, eski hikâye artık bugüne uymadığında, “Geriye ne kalır?” diye sorgulayan herkes için.


Çünkü bu anlar sadece bir şeylerin sona ermesiyle ilgili değildir. Ortada daha derin bir soruya davet vardır:

Mesleki rolünüz ortadan kalktığında sizden geriye ne kalır?



Bir Rol Sadece Bir Rol Değildir


Kariyer geçişleri genellikle eksen değiştirme, tükenmişlik veya beceri geliştirme açısından çerçevelenir. Peki ya kimlik kaybı ?

ree

Bir zamanlar bir rolde neşe veya anlam bulan benliğiniz artık orada değilse ne olur?

Mesele sadece “Şimdi ne yapacağım?” değildir.


Asıl soru şudur: “Bir zamanlar beni tanımlayan şeyi artık yapmadığıma göre, ben kimim?”

Psikolog Colin Wayne Leach bu konuda önemli bir ayrım yapar:

Kimlik merkeziyeti — bir rolün benlik algınıza ne kadar derinlemesine yerleştiği

Kimlik doyumu — bu rolün size hâlâ ne kadar anlam veya neşe getirdiği

Bir rol artık sizi tatmin etmese bile ona sıkı sıkıya bağlı hissedebilirsiniz. Bu içsel gerilim, çoğu zaman daha derin bir dönüşümün işaretidir.


Yazar ve kültür kuramcısı Gloria Anzaldúa, Borderlands/La Frontera adlı eserinde bu eşiği şöyle betimler:

“Ben rüzgârla sallanan bir köprüyüm, kasırgaların mesken tuttuğu bir kavşak.”

Rollerimiz değiştiğinde, biz de çoğu zaman o köprüye dönüşürüz —olanla olabilme ihtimallerini bir arada tutmaya çalışan bir köprü.


Psikoloji (ve Yaşanmış Deneyimin) Bize Söyledikleri

"Merak uyandıran paradoks şu ki: Kendimi olduğum gibi kabul ettiğimde, değişebilirim." – Carl Rogers

Kimlikteki geçişler çöküş değil, hareket halindeki devamlılıktır.


Erik Erikson ve Karen Horney gibi psikologlar, kimliğin zamanla, içsel yeniden hizalanmalar ve dışsal sarsıntılarla evrildiğini hatırlatır. Henri Tajfel ve John Turner ise kimliğin asla tamamen kişisel olmadığını gösterir—kimlik toplumsaldır. Bizi ortak bir dile, değerlere ve aidiyete bağlar.

Bu yüzden bir rol sona erdiğinde, duru durum yalnızca bir işten değil, bir topluluktan da kopuş gibi hissedilebilir.


Bu durum, özellikle değer odaklı alanlarda geçerlidir; tükenmişlik ya da rol kaybı çoğu zaman sınırlı kaynaklar, yapısal adaletsizlik ya da sistem yorgunluğu gibi dış etkenlerin sonucudur. Değişim bizim seçimimiz olmasa bile, eğer kendimize düşünmek, yas tutmak ve yönümüzü yeniden belirlemek için zaman tanırsak, bu geçiş süreci bir bütünleşme alanına dönüşebilir.


  • Hazel Markus’un muhtemel benlikler kavramı, tanıdık kimlikler yıkıldığında bile kim olabileceğimizi hayal etmemizi teşvik eder. Belirsizlik içinde bile vizyon geri dönebilir.

  • Claude Steele’in öz-yeterlik (öz-doğrulama) kuramı, yaralanan kimlik alanlarında içsel dengeyi yeniden kurmak için yaratıcılık, dürüstlük ya da şefkat gibi temel değerlerle yeniden bağlantı kurmanın gücünü gösterir.

  • Karen Horney, toplumsal onayla şekillenen idealize edilmiş benliğimizle aşırı özdeşleşme konusunda bizi uyarır. Bu imgeyi bırakmak acı verici olabilir ama derinlemesine özgürleştiricidir.

  • Fritz Perls, tamamlanmamış ya da sahiplenilmemiş yönlerimizin geçiş dönemlerinde yeniden ortaya çıktığını gözlemler—bunlar birer kusur değil, bütünleşmeye birer davettir.

  • Ve Carl Rogers, örtüşme/uyum (congruence) kavramının altını çizer—içsel hakikatimiz ile dış yaşamımız arasındaki hizalanmanın, özgünlük ve esenliğin temelidir.

Birlikte ele alındığında, bu bakış açıları ortak bir bakış açısı sunar: Kimlik değişimi, geçmişimizi silmek değil; kendimizin daha fazla yönünü kucaklamak ve kendimize yeni olasılıklar tanıyarak entegrasyonu sağlamakla ilgilidir.


Çok Katmanlı bir Kavram Olarak Kimlik


15'ten fazla ülkede on yıldan fazla süren yoğun çalışmalarımın ardından insani yardım çalışmalarımı azaltmaya karar verdiğimde temel meselem olduğum kişiye daha fazla yer açmak ve genişlememe izin vermekle ilgiliydi. Bana enerji veren, beni farklı bir şekilde meraklandıran ve anda tutan başka alanları ve ilgilerimi fark etmeye başladım.


İnsani yardım çalışmalarını azaltmak benim için çalışan kimliğimi kaybetmek yerine, daha bütünlüklü, daha içten bir benliğin ortaya çıkabilmesi için alan açmakla ilgiliydi.


Zamanla, hâlâ bana enerji veren şeyleri fark etmeye başladım — yaratıcılık, kendini ifade etme, insanlarla gerçek bağlar kurma… Ve artık bana iyi gelmeyenleri de.


Gittikçe daha net görüyordum ki kimlik, kaybettiğimiz ya da bulduğumuz bir şey değil; zamanla farklı biçimlerde taşıdığımız bir şey.


Şair Walt Whitman’ın meşhur dizelerinde söylediği gibi:


“Kendimle çelişiyor muyum? Pekâlâ, çelişiyorum demek ki.

Ben genişim, içimde çokluklar barındırırım.”


Tek bir rolle ya da tek bir benlik versiyonuyla tanımlanamayız. Kimliğimiz katman katman, değişken ve çoğu zaman çelişkilerle doludur. Ve bu bir kusur değil; insan olmanın ta kendisidir. Aynı anda birden fazla gerçeği taşıyabiliriz: Hem yardım eden hem sanatçı, hem düşünen hem hisseden, hem akılcı hem sezgisel olabiliriz.


Psikolog Dan McAdams, kimliği içselleştirilmiş bir yaşam öyküsü olarak tanımlar — geçmişe anlam vermemizi, bugünü yönlendirmemizi ve geleceği hayal etmemizi sağlayan bir anlatı. Bir rolü geride bırakmak hayatımızın bir bölümü silmek değil, yeni bir bölüme yer açmaktır.

Geçiş anlarında çoğu zaman yeni bir benlik yaratmaya çalışırız. Ama bazen yapılması gereken daha ince bir iştir:Yeni biri olmaktan çok, geçmişteki halimizi, olmakta olduğumuz kişiyle bütünleştirmek.


ree

Filozof Paul Ricoeur bu anlayışı daha da derinleştirir: Ona göre kimlik, hayatımızı (yeniden) anlatma eylemiyle şekillenir. Sabit bir imgeye tutunarak değil, kim olduğumuzu anlatıp durmadan yeniden anlatarak kendimiz oluruz. Özellikle de hayat bizi dönüştürdükçe. Ricoeur, aynılık (idem kimliği) ile değişim içinden geçen özbenlik (ipse kimliği) arasında bir ayrım yapar. Kimliği tutarlı kılan şey sabitlik değil, değişimi anlamlı bir bütün içinde eritebilme yetisidir.


İşte kimliğin bütünleşmesinin özü burada yatar: Geçmiş, şimdi ve ortaya çıkmakta olan benliklerimizi birbirine karşı koymak yerine, aralarında bir ilişki kurabilmek. İçlerinden birini seçmek yerine hepsinin daha dürüst ve geniş bir benlik anlayışı içinde bir arada var olmasına izin vermek.


Kendimize ve başkalarına hikâyeler anlatmak, bu geçişleri anlamlandırmanın bir yoludur. Mesele kesin cevaplar bulmak değil, olmaya devam eden benliğimizle diyalogda kalmaktır.


Kendimizi baştan yaratma fikri başlangıçta cazip gelebilir. Ama çoğu zaman derin dönüşüm daha yavaştır: Kendini bütünüyle değiştirmek değil, kim olduğunu ve kim olmakta olduğunu bir araya getirmektir.


Budist öğretmen Pema Chödrön şöyle der:

“Tam anlamıyla canlı, tam anlamıyla insan ve bütünüyle uyanık olmak, sürekli yuvadan atılmaktır.”


Bu yönsüzlük hali bir sapma değil—yeniden hizalanmanın başlangıcıdır.



Yeniden İnşa İçin Araçlar: Koruyucu Beceriler


Mesleki bir kimliğin kaybolması sisin içine adım atmak gibi hissedilebilir. Ancak psikolog Tessa West'in İş Terapisi'nde (Job Therapy) önerdiği gibi böyle durumlarda kendimizi baştan yaratmak zorunda değiliz.


Bunun yerine, onun "koruyucu beceriler" dediği şeye, yani hala canlı ve aktarılabilir hissettiren değerlere, kapasitelere ve uygulamalara odaklanabiliriz. Onun Üç Şey Egzersizi başlamak için harika bir yol olabilir:


  1. Geçmişte yaptığınız bir görev neydi?

  2. Bu görev hangi beceriyi gerektiriyordu?

  3. Bu beceriyi hangi bağlamda uyguladınız?

Rollere veya unvanlara odaklanmak yerine, bu yaklaşım temeldeki pratikleri, kişiye en canlı ve en uyumlu gelen çalışma biçimlerini açığa çıkarır. Bunlar diyalog yürütme, kalıpları analiz etme, başkalarına mentorluk yapma ya da karmaşadan yapı kurma gibi şeyler olabilir.


Bu tür bir yeniden çerçeveleme, bizi performans dilinden çıkarıp uyumlanma ve devamlılık diline taşır. Sadece geçmişte ne yaptığımızı değil, neyi yanımızda taşımak istediğimizi de tanımlamamıza yardımcı olur.

ree

Aynı zamanda aktarılabilir becerileri sadece teknik değil, ilişkisel, bağlamsal ve hatta duygusal biçimlerde yeniden tanımlamanın da önünü açar:


  • 'Stratejik iletişim' farklı bakış açıları arasında köprü kurma becerisine dönüşür.

  • 'Proje yönetimi' belirsizlik zamanlarında güvenlik ve yapı yaratma pratiği olur.

  • 'Araştırma ve analiz' karmaşıklık içinde anlam yaratma ve desenleri fark etme yetisine dönüşür.

Bu tür bir yeniden çerçeveleme, Daniel Pink'in motivasyonun özerklik, ustalık ve amaç hizalandığında derinleştiğini gösteren Drive'ını yankılar. Becerileri bu değerler aracılığıyla yeniden çerçevelemek, yalnızca özgeçmişler için değil, aynı zamanda konuşmalar için de netlik getirir.

 

Birçoğumuz yıllarımızı başkalarına geçiş süreçlerinde destek olarak geçirdik — ister kriz ortamlarında, ister sınıflarda, topluluklarda ya da ekiplerde. İnsani yardım ve topluluk temelli çalışmaların büyük bir kısmı, insanları geçiş süreçlerinde — zorunlu göç, kayıp ya da yerinden edilme gibi durumlarda — desteklemeyi içerir.


Belki de şimdi, aynı yaklaşımı kendimize uygulamanın zamanı gelmiştir. Yaşadığımız olan bir dağılma değil de bir genişleme olabilir mi?


Kimlik Entegrasyonunu Desteklemenin Pratik Yolları


Kimlik entegrasyonu/bütünleşmesi bazen soyut bir kavram gibi gelebilir, ama bilinçli ve günlük pratiklerle beslenebilir. İşte kendinizi yeniden şekillendirme sürecinize nazikçe eşlik edebilecek bazı yollar:

ree

  1. Hâlâ Canlı Olanı Belirleyin


İşinizle, statünüzle ya da bir rolle özdeşleşmiş bir kimlik dağılmaya başladığında, kendinizi yitirmiş gibi hissetmeniz normaldir. Ama her zaman içinizde hâlâ canlı kalan şeyler vardır — size ait olan değerler, sezgiler, enerjiler…


Kendinize şu soruları sorarak başlayabilirsiniz:

“O rolün hangi tarafı gerçekten bana aitti — ve hâlâ içimde yaşıyor mu?”

“O kimlik üzerinden ben hangi değeri, hangi özü dünyaya sunuyordum?”


Bu sorular, neyin bittiğine değil, neyin hâlâ sizinle olduğuna odaklanmanıza yardımcı olur. Ve işte bu küçük yön değişikliği — o içsel pusulayı yeniden ayarlamak — psikolojide bilişsel yeniden değerlendirme olarak geçer. Ve bu yaklaşım, yönsüzlük hissini bir büyüme davetine dönüştürmeye katkı sağlayabilir.



ree
  1. Yaşayan Bir Kimlik Haritası Oluşturun


    Bu haritayı dönüşmekte olan benliğinizin görsel bir anlık görüntüsü gibi düşünün. Bir sayfayı üç bölüme ayırın:

    Geçmişte Kimdim – Önceki rolleriniz, güçlü yönleriniz, değerleriniz, kimlikleriniz

    Şu Anda Kimim – Şu an en çok varlık gösteren, en canlı hissettiren yönleriniz

    Kim Olmaktayım – İçinizde beliren ya da sizi çağıran yeni yönler, ipuçları

Her bir aşamayı temsil eden görseller, alıntılar, anılar veya anlar ekleyin. Düzgünlük ya da kronolojik sıra konusunda endişelenmeyin. Amaç, kimliğinizi bir “öncesi ve sonrası” hikâyesi olarak değil, bir süreç olarak görebilmek.


Şunlara dikkat edin: Zaman içinde tekrar eden desenler, sizde kalıcı olan özellikler ve yalnızca yakın zamanda görünür olmaya cesaret eden arzular.


ree

  1. Eski Benliklerinizi Geri Çağırın


Zamanla, güçlü kalmak, uyum sağlamak ya da başarılı olmak için kendimizin bazı yönlerini sessizce geride bırakırız: Sanatçı, hayal kuran, başkaldıran, hissetmekten korkmayan. Ama bu parçalar yok olmaz, sadece bir gün yeniden çağrılmayı beklerler.


İçsel Aile Sistemleri yaklaşımının kurucusu Richard C. Schwartz, her birimizin içinde farklı “parçalar” olduğunu söyler — ve gelişimin, bu parçaların her biriyle merakla, utanmadan temas kurduğumuzda başlar.


Belki de şimdi şunlara geri dönmenin zamanı olabilir:

  • Çocukken tutkuyla yaptığınız bir şeye geri dönmek (komik ya da “çocukça” gelse bile)

  • Uzun süredir susturduğunuz bir hobiye, sanat biçimine ya da hayal ettiğiniz ama hiç denemediğiniz bir mesleğe yeniden alan açmak

  • Ve kendinize şunu sormak: “Hangi yönümü uzun süredir görmezden geliyorum — ve şu an bana ne söylemek istiyor?”

ree

  1. Bedenlenmiş İfade Pratiği Yapın


Bedeniniz kimliğinizin bir parçasıdır. Zihin unuttuğunda bile o hatırlar. Hareket, ses ve jest dile dökülemeyen yönlerinizi görünür kılabilir.


Diyalojik Benlik Teorisi (Hubert Hermans), kimliğimizin tek bir sesten değil, kişisel, kültürel ve tarihsel birçok içsel sesten oluştuğunu hatırlatır. Bedenlenmiş ifade, bu iç seslerin dile ihtiyaç duymadan konuşmasına alan açar.


Şunları deneyebilirsiniz:

  • Aklınıza gelenleri sansürlemeden ve serbestçe yazmak ya da bilinç akışıyla günlük tutmak

  • 'Olmakta olan benliğinizin' size nasıl hissettirdiğininin çizimini yapmak

  • Sadece duyguların yön verdiği hareketlerle, koreografisiz dans etmek

  • Sesinizi yeni şekillerde kullanarak şarkı söylemek, fısıldamak, doğaçlama sesler çıkarmak


Bazen sadece beş dakikalık yaratıcı bir akış bile sizi rollerin ve mantığın ötesindeki benliğinizle yeniden buluşturabilir.


ree
  1. Mikro-Ritüeller Edinin


Kendiliğinizin bir versiyonundan diğerine geçiş sürecinde mikro-ritüeller size süreklilik hissi sunar. Aynı zamanda muhtemel benliklerinizi (Hazel Markus & Paula Nurius), yavaş yavaş adım attığınız, hayalini kurduğunuz gelecek versiyonlarınızı harekete geçirmenize destek olur.


Şunları deneyebilirsiniz:

  • Her güne “bugün hangi benliğimle ilgilenmem gerekiyor?” sorusuyla başlamak

  • İşten yaratıcı pratiğe geçerken bir mum yakmak

  • Giyiminizi, olmakta olan benliğinizle uyumlu olacak şekilde seçmek

  • Bir şeylerin başlangıcını ya da sonunu belirlemek için kısa bir yazı ya da nefes ritüeli başlatmak


ree

  1. İletişimde Kalın


Geçiş sürecinden geçen tek kişi siz değilsiniz. Başkalarıyla konuşmak belirsizliği normalleştirir ve tek başınıza kolayca ulaşamayacağınız içgörülerin ortaya çıkmasına yardımcı olur.


Diyalojik Benlik Teorisi kimliğimizin sadece başkalarıyla değil, kendi içimizdeki farklı parçalarla kurduğumuz diyaloglarla da şekillendiğini söyler. James Marcia’nın kimlik çalışmaları ise bu tür geçiş dönemlerinin bizi sıkça bir "moratoryum" alanına — yani netliğin gelmesinden önceki aktif keşif sürecine — yerleştirdiğini gösterir.


Şunları deneyebilirsiniz:

  • Değişim sürecinde olan biriyle konuşmak ve hikâyelerinizi karşılaştırmak.

  • İçinizde değişmekte olan yönü sesli olarak dile getirmek (dağınık ya da belirsiz olsa bile).

  • Şunu sormak: “Hangi parçam konuşmaya hazır — ve hangisi hâlâ tedirgin?”


Entegrasyon her şeyi çözmüş bitirmiş olmak değil, değişirken de kendinizle ilişkide kalmayı seçmek demektir.


💬 Üzerine Düşünülebilecek Sorular: Geçiş Sürecinde Kimliği Keşfetmek

  • Kimlik & Anlam: O rolde bana en çok ait hissettiren şey neydi—ve artık öyle hissettirmeyen ne

  • Benlik Algısı & Genişleme: Bu değişim sürecinde benimle kalan hangi değerler ya da güçlü yönler var? Şu anda içimden yeniden doğmakta olan tarafım ne olabilir?

  • İdealleştirilmiş Benlikten Bütünleşmiş Benliğe: Kendimde hangi versiyonu bırakmaya hazırım?

  • Gelecekteki Kimlik & Muhtemel Benlikler: Kendimi geçmişte yaptıklarımla tanımlamayı bıraktığımda kim olabilirim?

📚 Okuma Önerileri

  • Tessa West – Job Therapy: Finding Work That Works for You

  • Colin Wayne Leach – Research on identity centrality and satisfaction

  • Erik Erikson – Identity: Youth and Crisis

  • Hazel Markus & Paula Nirius – Possible Selves

  • Claude Steele – Self-Affirmation Theory

  • Henri Tajfel & John Turner – Social Identity Theory

  • Carl Rogers – On Becoming a Person

  • Karen Horney – Neurosis and Human Growth

  • Fritz Perls – Gestalt Therapy Verbatim

  • Daniel Pink – Drive: The Surprising Truth About What Motivates Us

  • Dan P. McAdams – The Stories We Live By: Personal Myths and the Making of the Self

  • Paul Ricoeur – Oneself as Another

  • Pema Chödrön – When Things Fall Apart

  • Gloria Anzaldúa – Borderlands/La Frontera

  • Hubert Hermans – Dialogical Self Theory: Positioning and Counter-Positioning in a Globalizing Society

  • Richard C. Schwartz – No Bad Parts: Healing Trauma and Restoring Wholeness with the Internal Family Systems Model

 
 
 

Yorumlar


bottom of page