top of page

Bizi Ne Harekete Geçirir? Bizi Ne Yolda Tutar?

'Çalışan Benlikler' Serisi- Bölüm 2

“ Bir şeyi kendi içinde ilginç bulduğumuz ya da kişisel olarak önemli gördüğümüz için yaptığımızda, işe çok daha fazla bağlanmamız, dayanıklı olmamız ve tatmin olmamız olasıdır.” — Edward Deci
ree

Çoğu insanın meslek hayatında bir noktada, özellikle yoğun tempolu ya da anlam odaklı işlerde, başlangıçtaki motivasyon azalmaya başlar. Bir zamanlar vazgeçilmez görünen şeyler uzak, hatta yabancı hissettirebilir. Bazen geri çekilme kararını biz veririz; bazen de bu karar bizim yerimize alınır.


İster tükenmişlik, ister işten çıkarılma ya da hayatın beklenmedik bir anda altüst olması olsun… Rolümüzü kaybetmek — ister kendi isteğimizle, ister istemeden — geride çoğu zaman derin ve belirsiz bir sessizlik bırakır. Peki şimdi ne olacak? Bir zamanlar kimliğimizin merkezinde yer alan iş olmadan, biz kimiz?


Ama bu her zaman bir kriz anlamına gelmez. Bu süreç çoğu zaman daha derin bir içsel sorgulamanın başlangıcıdır. Bu da yalnızca ne yaptığımızı değil, neden yaptığımızı da yeniden düşünmek demektir. Bir kayıptan sonra motivasyonla yeniden bağ kurmak, işin yapısı artık her şeyi bir arada tutmasa bile, hâlâ neyin gerçekten değerli olduğunu duymaya çalışmaktır.


Ünvan silinip gittiğinde, geriye şu asıl soru kalır:

Rolüm, ünvanım artık orada olmadığında beni ne ayakta tutar?



Motivasyon Azalmaya Başladığında


İster daha anlam odaklı, ister kâr amacı güden bir rolde olsun, motivasyon genellikle net bir amaçla başlar: bir aciliyet duygusu, yenilik, etki yaratma arzusu ya da büyüme isteği. Ancak zamanla—ya da kurumlar değiştiğinde, fonlar kesildiğinde ya da takdir azaldığında—bu netlik sarsılabilir.


İş hâlâ yerli yerinde olabilir, ama içsel "neden" sarsılmış hissedilebilir.


Özellikle insani yardım, eğitim ya da savunuculuk gibi alanlarda çalışanlar için bu durum sistem yorgunluğuyla daha da derinleşebilir: tükenmişlik, bürokrasi, ahlaki yıpranma. Dışarıdan gelen onay azaldığında ya da içsel değerler değiştiğinde, kendimize şu soruları sormaya başlarız:


Bu işi hâlâ neden yapıyorum?

Bir zamanlar beni harekete geçiren şey artık beni harekete geçirmiyorsa, ben şu anda kimim?



Motivasyon Bir Takım Yıldızı Gibidir


Psikolog Edward Deci ve Richard Ryan, Öz-Belirleme Teorisi'nde sürdürülebilir motivasyonun baskı, korku ya da görev duygusuyla değil; üç temel psikolojik ihtiyacın karşılanmasıyla ortaya çıktığını savunurlar:


  • Özerklik – Nasıl hareket edeceğimizi ve neyin peşinden gideceğimizi seçme özgürlüğü

  • Yetkinlik – Etkili, yetkin ve gelişen biri olduğumuzu hissetme

  • İlişkisellik – Aidiyet hissi ve anlamlı bağlar kurma


Bu ihtiyaçlar doyurulduğunda, motivasyon içsel hâle gelir—yani kişi, dışarıdan bir zorlama olmaksızın, kendi içinden gelen bir istekle harekete geçer.

ree

Kendimden biliyorum: Yaptığım işi veya işleri ne kadar çok önemsesem de motivasyon sabit yanan bir alev değil. Daha çok bir takımyıldız gibi—her biri farklı zamanda parlayan yıldızlardan oluşuyor. Benim bu takımyıldızımı canlı tutmak içinse bilinçli aralar vermem gerekiyor. Amaçtan uzaklaşmak için değil; kendimle, ilgilerimle, eski sevinçlerimle, yeni meraklarımla [yeniden] buluşmak için.


Bazen yolumu yeniden bulmam, stratejik görünmeyen adımlar sayesinde mümkün oluyor—bir arkadaşın yaratıcı projesine destek olmak, bir topluluk çalışmasına katılmak ya da sadece kendime dinlenme izni vermek gibi. Bunları rotadan sapma olarak değil, kendimi hatırlamanın yolları olarak görüyorum.


Motivasyonun böyle katmanlı ve ilişkisel bir yapı taşıdığını savunan psikolojik yaklaşımlar şöyle söylüyor:

 

Albert Bandura, motivasyonun temelinde öz-yeterlik duygusunun yattığını söyler—yani yaptığımız şeyin bir etkisi olduğuna duyduğumuz inanç. Bu inanç sürekli zedelenirse, zamanla körelir.


Clayton Alderfer’in ERG Kuramı, yalnızca temel ihtiyaçlarımız karşılanmadığında değil; gelişimimiz veya duygusal bağlarımız ihmal edildiğinde de derin bir varoluş yorgunluğu yaşayabileceğimizi gösterir.


Daniel Kahneman ise zihnimizin tutarlı bir anlatı arayışında olduğunu hatırlatır. Kimliğimiz artık anlamlı bir hikâyeye oturmadığında paniğe kapılırız. Bu, bozulduğumuzdan değil; anlaşılır olmaya alışkın olduğumuzdandır.


Yeni bir hikâye kurabilmek için yavaşlamayı ve belirsizliğe yer açmayı göze almak gerekir. Fakat bu yol, konfor alanından çıkmayı, sabretmeyi ve gerçekten orada olmayı ister.



“Artık Emin Değilim” Dedikten Sonra Ne Gelir?

 

Job Therapy adlı kitabında psikolog Tessa West, kimlik kaybının ardından gelen sisli boşluğu şöyle tarif ediyor:


“ Seçeneklerin ne olduğunu bile bilmezken, yeni kimliğim ne olmalı?”


ree

Bu sadece özgeçmişinizi güncellemekle ilgili değil. Bu, motivasyonu içten dışa doğru yeniden inşa etmekle ilgili bir süreç ve bu yolculukta Öz-Belirleme Kuramı size bir harita sunabilir:

  • Özerklik: Daha önceden sahip olmadığım ama şimdi sahip olduğum hangi seçeneklerim var?

  • Yetkinlik: Hangi güçlü yönlerimi geliştirmeye devam etmek istiyorum?

  • İlişkisellik: Profesyonel ya da kişisel olarak beni gerçekten besleyen bağlantıları nerede kurabilirim?


Carl Rogers, bu tür bir geçiş anını potansiyel uyumun (congruence) ortaya çıktığı zaman olarak tanımlar—yani dış dünyamızın, içsel gerçeklerimizle hizalanmaya başladığı bir eşik. Bu süreç genellikle rahatsız edici, hatta acı verici olabilir, ama aynı zamanda büyümenin kritik bir dönüm noktasıdır.


Karen Horney, çoğumuzun sosyal onayla şekillenmiş idealize edilmiş bir benlik imajına göre yaşadığını söyler. Bu imajı bırakmak—özellikle de mesleki başarılarla ödüllendirilmişse—riskli ve sarsıcı gelebilir. Ama çoğu zaman bu bırakış, içeriden yönlendirilen bir yaşamın kapısını aralar.


Victor Vroom’un Beklenti Kuramı ise motivasyona başka bir boyut ekler: Eğer çabalarımızın anlamlı bir sonuca ulaşacağına dair inancımız zayıflarsa, motivasyonumuz da sarsılır. Bu bağı yeniden kurmak—küçük ama anlamlı zaferlerle—amacımızla yeniden bağ kurmamıza yardımcı olabilir.



Anlamın Yön Değiştirdiği Anlar


Motivasyon her zaman beş yıllık bir planla geri dönmez. Bazen çok daha küçük, çok daha insani biçimlerde kendini gösterir:

  • Beklenmedik bir merak kıvılcımıyla

  • İçten gelen yaratma isteğiyle

  • Rol yapmadan kurulan bir bağla

  • Özleyeceğini sandığın bir şeyi o gün özlemediğini fark ederek


Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi bu hâli akış olarak tanımlar: Sonuca saplanmadan, anda tamamen var olma hâli.

 

Adrienne Maree Brown, Emergent Strategy adlı kitabında bize şöyle hatırlatır:

“Küçük iyidir. Küçük her şeydir.”


ree

Büyüme her zaman büyük adımlarla gelmek zorunda değildir. Çoğu zaman kimlik, gösterişli dönüşümlerle değil; içten gelen, küçük ama tutarlı seçimlerle genişler.


Japon felsefesinde ikigai, miras ya da unvan peşinde koşmakla ilgili değildir. Daha sessiz, daha derin bir pusuladır—alkış gerektirmeyen, insanı sabah yataktan kaldıran anlamlı bir neden.


Nörobilimci Ken Mogi, The Little Book of Ikigai adlı kitabında anlamı bazen sadece “küçük şeylerin neşesi” olarak tanımlar: Ilık bir içecek, gerçek bir sohbet, bir anlık durup soluklanma…


 Ve Pema Chödrön şöyle yazar:


“Sanıyoruz ki mesele testi geçmek ya da sorunu çözmek. Ama gerçek şu ki, bazı şeyler aslında tam anlamıyla çözülmez. Bir araya gelirler, sonra da tekrar dağılırlar.”


Kariyer geçişlerinde anlam, çoğu zaman netlik olarak değil; bilinmeyenin içinde kalabilme cesareti olarak geri döner.

 

Hedeflerden Uyumlanmaya


Herminia Ibarra, Working Identity adlı kitabında, yeni bir yaşam amacının çoğu zaman yalnızca düşünerek değil, deneyimleyerek ortaya çıktığını söyler.


Yeni bir amaç genellikle harekete geçmekle, kendimizin farklı hâllerini denemekle şekillenir. Psikologlar Markus ve Nurius buna "olası benlikler" der.


ree

Herminia Ibarra, netlik gelene kadar beklemek yerine, netliği bulmak için harekete geçmemiz gerektiğini söyler. Bu, yeni bir alanda gönüllü olmak, farklı sektörlerden insanlarla sohbet etmek ya da ilk bakışta stratejik görünmese bile bir merakın izini sürmek şeklinde olabilir.


Kimliğimizin bu “taslak versiyonlarını” denedikçe içimizde hâlâ neyin canlı olduğunu fark etmeye başlarız.


Olası benlikleri denemek büyük dönüşümler gerektirmez—yalnızca nazik bir keşif süreci ister. Bu benlikler ünvanlarla değil, hissedilen deneyimlerle tanımlanır. Onları küçük ama gerçek adımlarla hayata geçirmeye başlayabiliriz. Örneğin:

  • Alışılmış kalıplarının dışında bir görevi ya da rolü kabul etmek — ister bir topluluk etkinliğine katkı sunmak, ister daha önce hiç denemediğin bir şeye cesaret etmek

  • Merakımızı uyandıran bir yaşam tarzına sahip biriyle zaman geçirmek ya da onu gözlemlemek

  • Kendini işinle tanımlamak zorunda olmadığın bir ortama katılmak

  • Uzun süredir kendine izin vermediğin yaratıcı alanlara yeniden yönelmek — yemek yapmak, dans etmek, günlük tutmak, fotoğraf çekmek, sahne almak

  • Farklı bir sesini açığa çıkaran bir sohbet çemberlerine, kitap kulüplerine ya da paylaşım oturumlarına katılmak veya ev sahipliği yapmak

  • Kendini tanıtırken iş ünvanınla değil, büyütmek istediğin enerjiyle ifade etmek (örneğin: “Yeniden inşa ediyorum.”, “Yavaşlamayı öğreniyorum.”, “Neşeyi takip ediyorum.”)

  • Yaşam alanını büyümekte olduğun benliğe göre yeniden düzenlemek — sadece odanı yeniden düzenlemek ya da o gün nasıl hissetmek istiyorsan öyle giyinmek bile yeterli olabilir


Benim için gönüllülük, adeta bir kimlik laboratuvarı oldu—tanımlı bir rolün baskısı olmadan keşfetmek, denemek ve yeniden bağ kurmak için bir alan. İster bir film ya da müzik festivalinde çalışıyor olayım, ister bir gençlik kampında ya da bir sığınma evine destek veriyor, yardım ediyor olayım, bu deneyimler, büyümekte olan benliğime kulak vermemi sağladı. Bunu hırsla değil, hedeflerle değil, uyumla yapıyorum—hedefi belli olmasa da içten ve doğru gelen küçük adımlarla.

 


Piyasa Dışı Bir Motivasyon Arayışı


Her değerin bir onaya ihtiyacı yoktur. Her motivasyon da profesyonel alanlarda doğmak zorunda değildir. Aslında pek çok insan, kimliğinin en dürüst hâlini; performansa, üretkenliğe ya da mesleki onaya bağlı olmayan alanlarda keşfeder. Bu “piyasa dışı” anlar, motivasyonun bir dayatma olarak değil, sakin bir uyumlanma hissi olarak yeniden doğduğu anlardır.


Şunları deneyebilirsiniz:

  • Bağ kurmaya yönelik, ama sizi tüketmeyen gönüllülük çalışmaları

  • Besleyici bir yaratıcı ifade alanları

  • Mentorluk, hikâye anlatımı ya da akran desteği gibi yapılandırılmamış bilgi paylaşım yolları

  • Doğayla, maneviyatla ya da toplulukla kurulan sade ama derin bağlar


Bu dönüşümü birçok eski meslektaşımda gördüm—insani yardım liderleri, girişimciler, eğitmenler... Yeni anlamlarını topluluk çalışmalarında, koçlukta, yaratıcı projelerde ya da sadece yavaşlamanın kendisinde buldular. Bunlar bir özgeçmiş güncellemesi değildi—motivasyonun yeniden keşfiydi.


Çünkü bazen bizi harekete geçiren şey uzakta bir yerde değildir. Daha yakındadır. Kimse bakmıyorken bile yaşama anlam katan, içten gelen bir şeydir bu.


Ikigai felsefesinin de hatırlattığı gibi, anlam her zaman büyük ya da görünür olmak zorunda değildir. Gerçek olması ve size ait olması yeterlidir.


💬 Üzerine Düşünülebilecek Sorular: Sizi Motive Eden Şeylerle Yeniden Bağ Kurun


  • Özerklik: Hayatımda kendimi en özgürce var edebildiğim alan neresi?

  • Yeterlik: Son zamanlarda gelişim gösterdiğim ve beni gerçekten heyecanlandıran şey ne?

  • İlişkisellik: Kimlerle birlikteyken gerçekten görülmüş, desteklenmiş ve bağ kurmuş hissediyorum?

  • Anlam: Ünvan ya da pozisyon olmadan değerli hissettiren katkılar neler?

  • Enerji: Beni yalnızca başarılı değil, gerçekten canlı hissettiren hangi faaliyetler var?

  • Yön: Hangi yöne gitmek istiyorum—stratejik olduğu için değil, bana ait olduğu için?


📚 Okuma Önerileri


·       Edward Deci & Richard Ryan – Self-Determination Theory

·       Mihaly Csikszentmihalyi – Flow

·       Daniel Kahneman – Thinking, Fast and Slow

·       Herminia Ibarra – Working Identity

·       Adrienne Maree Brown – Emergent Strategy

·       Pema Chödrön – When Things Fall Apart

·       Albert Bandura – Self-efficacy Theory

·       Clayton Alderfer – ERG Theory

·       Ken Mogi - The Little Book of Ikigai

 
 
 

Yorumlar


bottom of page